Selçuklu ve Osmanlı’dan kalan sanat mirasımızı koruyarak sizlere en iyi hizmeti vermeyi amaç edindik…

Camii , Otel , Köşk , Restoran ve dilediğiniz mekanı güzelleştirmek bizim işimiz…

 

Restorasyon; Tarihsel belge niteliğindeki kültür ürünlerinin gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için yapılan müdahalelerin tümünü kapsayan bir eylemdir. Restorasyon çağlar boyu ‘tamir’ niteliğiyle var olduğu halde, koruma bilinci ve bugün izlenen ilkeler doğrultusunda sürekli geliştirilmektedir.

Kalem işi ; Sıva , ahşap üzerine boyalarla desen çizme ve yazı yazma sanatıdır. Bu tenziyatı yapan kişiye kalemkâr denir. Kalemişi zengin bir estetik ve zevkin bir ürünü olup günümüze kadar gelmiştir fakat gereken tecrübeye sahip olmadan yapılan restoransyonlarla tanınmayacak hale gelse de yine duyarlı kişilerce tekrardan aslına uygun çalışmalarla eşi benzeri olmayan mimarimizin bir parçası olarak renkleri ve nakışları ile gözlerimizi süslemektedir. Kalemişi daha çok cami, mescid, türbelerin tavan yahut kubbelerine tatbik edilen bir süsleme sanatı olup diğer Türk Süsleme Sanatları gibi kendine has yapım teknikleri vardır.

Sıva üstü kalem işi : Uygulama alanı olarak mimari eserlerimizin çoğunluğunda görebileceğimiz bir tekniktir.Yapılışı : Yapılacak olan zemin kireç ile badana edilir ve yüzeye uygun desen kağıt üzerine çizilerek iğne yardımı ile delinerek bir kalıp oluşturulur ve çini sanatımızda olduğu gibi odun kömürünün ( zeminin koyuluğuna göre tebeşir tozu da kullanılabilir) iyice öğütülüp gözenekli bez bir kesenin içerisine konup hazırlanan kalıp üzerinde gezdirerek desen zemin üzerine aktarılır. Zemine aktarılan desen doldurma fırça yahut uzun fırça ile boyanır. Boyalar toprak boya olup zamk-ı arabi ve yumurta akı ile karıştırılarak boyanın tutuculuğu ve kalıcılığı artırılır.Boyama işlemiden sonra yine ince uçlu uzun bir fırça yardımı ile içi boyanan desenlerin kenar çizgileri yani tahrir( kontur ) işlemi yapılarak son bulur.

Ahşap üstü Kalem işi : Sıva üstü tekniğinden sonra en çok uygulanan teknik olup daha çok kubbelerde, mahfil tavanlarında ve evlerin ahşap bölümleri ahşap sandıklar, kutular da görülür.Daha çok Edirne evlerinde görülen türünde Edirne kari adı verilir.

Mermer ve Taş üstüne Kalem işi : Sıva üstü tekniği gibi yapılır ve boya yağlı boya ve tutkallıdır. Mermer üzerine uygulananlarda altın varak da kullanılır.

Malakari : Mala ile yapılan alçı süslemedir. Kubbe, tavan ve duvarlarda görülür.

Kumaş ve Deri üstüne Kalemişi :Ahşap bir konstrüksiyon üzerine bez veya derinin gerilerek yapıştırılması ile yapılan bir tekniktir. Üstübeç’in tutkalla sulandırılarak gerilmiş kumaş yahut deri üzerine sürülerek muşamba haline getirilir. Yağlı boya ya da toz boyalar ile boyanarak yapılır.

Hat kelime manası olarak, yazı ve çizgi manalarını taşımaktadır. Biraz daha ayrıntılı açıklayacak olursak: Belirlenmiş olan estetik kurallara bağlı kalarak yazı yazma sanatı olarak ta açıklanabilir. Hat kelimesinin yanına sanatta eklenince yani Hat Sanatı denilince de Güzel Yazı anlamına gelmektedir. Bir nevi görsel sanat türü olarak ta tanımlayabiliriz. Hat Sanatının asıl ismi ya da ilk isminin Hüsn-i Hatt olduğunu da söyleyebiliriz.

Altın şeritin ince tirşe ( parşömen ) ler ve sığırın kör bağırsağından elde edilen zarlar arasında dövülerek seffaf yapraklar haline getirilmesine altın varak denir. Altın varakta 1 defter 25 yapraktan oluşmaktadır. Varlık ve kudret işareti olan altın, ilk çaglardan başlayarak kültürler arası sanatlar etkileşimler bizim tarihimizdede yerini almıştır. Osmanlılarda altın güneşi simgelediği eski örneklerden anlaşılmaktadır.

Barok devrin bir devamı olan ‘Rokoko’ (1710-1760) mimari ve dekorasyonda daha incelik ve teknik ustalık gösterir fakat daha az canlı ve kuvvetlidir.Rokoko başlıbaşına yeni bir mimari üslup değildir. Barok süsleme şekillerinin çok fantastik bir gelişmesidir. Fransızca ‘Rocaille’ kelimesinden gelmektedir. Deniz kabuklarının kıvrık şekilleriyle duvar ve tavanları süslemiştir. Ağır İtalyan plastik süslemelerinin yerini bunlar almıştır. Tavan sıvasında narin dallar, zarif çiçek şekilleri, deniz kabukları arasından çıkan seyrek girlandlar halinde neşeli, hareketli bir süs şekli meydana getirirler. İç hacimler, insanın aklını şaşırtacak bir süsleme sanatının ihtişamı içinde parıldar ve kıvılcımlanır. . . Rokoko diye adlandırdığımız, Barok’un geç devresine girer. Rokoko ayrı bir stil değildir. Barok ile Rokoko arasındaki fark yalnızca bir arınmışlık farkıdır. Önceki devrenin karanlık, gösterişli, güçlü, oyunlu ve tutkulu oluşuna karşılık sonraki devre hafif ve aydınlık bir devredir. Fakat yine de Barok kadar mouvement canlı ve istek uyandırıcıdır. 1730-1780 arasında Avrupa’da bir sanat tarzı. Aslında bir dekorasyon üslubu. Ağır ve zorlayıcı Barok formların renkli satıhlara ve oynak süslemelere dönüşmesi. Rokoko (Fransızca ‘rocaille’ = rock work) », kayaya benzer şekillerin, hayali kıvrımların ve dalgalı istridye kabuğu şekillerinin birarada kullanıldığı bir süsleme tarzıdır.

Marküteri sanatı değişik renklerdeki ahşap kaplamaların kesilip iç içe yerleştirilerek boya kullanılmadan ağaçların doğal renkleri ile yapılan bir oyma sanatıdır. Bu sanatın geçmişi eski Mısır’a kadar uzanıyor. Kraliçe Kleopatra’nın sarayında bu sanatı yapan ustalar tüm hünerlerini göstererek eserlerini Kleopatra’ya beğendirmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Osmanlıda da yaygınlaşan marküteri sanatı bizzat Fatih Sultan Mehmet Han tarafından da yapılmaktaydı. Osmanlıda bu kadar yaygınlaşan bu sanat daha sonra unutulmaya yüz tutmuş ve günümüzde yok denecek kadar azalmıştır. Titiz bir çalışma gerektiren marküteri sanatı farklı renklerdeki ahşapların bir araya getirilmesi ile yapılmaktadır. Yapılan her eser kişiye özel olup ikincisini yapmak mümkün olmamaktadır. Ahşabın içindeki desen her zaman değiştiği için aynı deseni bulmak çok zordur . Sanatı seven insanlar için marküteri eserlere sahip olmak bir ayrıcalıktır.

En üst düzeyde ahşap işleme bilgisi ve el işçiliği gerektiren bu zemin kaplaması masif ağaçdan yapıldığı için çok estetik ve uzun ömürlüdür. Günümüzde lüks mekan zeminlerinde, saray ve başkanlık konutu gibi mekanlarda sıkça uygulaması yapılmaktadır.

Marküteri çeşitleri kendi içinde Göbekler (Madalyon), Karolar ve Bordürler olarak üç bölüme ayrılır. Kullanım şekilleri farklı olmakla beraber, zemin durumu ve mekanın kullanım amacına göre marküteri tasarımı yapılabilir.

Malakari, Mala ile yapılan alçı süslemedir. Kubbe, tavan ve duvarlarda görülür. Dört farklı tekniği vardır.

Normal Malakari : Horasan harcı üzerine istenilen renkler sürülür sonra üzerine yine kalığında sirke ile çürütülmüş alçı fazla kalın olamayacak şekilde tatbik edilir ve özel bıçaklarla eğimli kesilerek desenler kabartılmış olur.

Müzeyyen Malakari : Desenlerin iç yüzeyi oyularak yapılan malakaridir.

Rölyef malakari : Detayların belirlenerek desen ile zeminin yanlardan birleşmesi sağlanarak kesilir ve en son renkler ince kıllı fırçalarla tatbik edilerek yapılan malakaridir.

Hendese Malakari : geometrik şekillerden oluşan malakaridir.

Türk rokokosu ya da Edirnekârî olarak bilinen bu sanat tekniğine Edirneli ustalar muazzam bir şekilde uyum sağlayıp, bu sanat akımını şaha kaldırmışlardır. Edirnekari ağaç işlerini üç grupta toplayabiliriz.

a) Oyma Eserler

b) Kakma Eserler

 

c) Boyama (bezekli) Eserler

Sedef kakma, ayrıca sedefçilik ya da sedef işleme olarak bilinen teknikte sedef, ahşap üzerine açılan çukur veya oymalara yerleştirilir ve tahtaya temas eden yüzeyden düşmelerini önleyecek yapıştırıcılar sürülür ya da sedeflerin etrafı madeni tellerle çevrilir. Sedef kakmacılık işine sedefkâri, sedef kakma yapan ustaya sedefkâr denilmektedir. Bağa, fildişi, kemik, çeşitli filetolar ve altın, gümüş gibi kıymetli madenler de sedefkârlıkta kullanılan malzemelerdir.

Bazı deniz hayvanlarının kabuğunda bulunan ve sedefçilikte kullanılan sert, beyaz ve gökkuşağı pırıltılı, fosforik özelliği olan maddeye sedef, bu maddeyi işleyen kişiye de sedefkâr (sedefçi) denilmektedir. Beyaz, arusek, çöp, taş sedef olmak üzere çeşitlere ayrılmaktadır. Uzun ömürlü bu kabuklar, sedefler, milyonlarca yıllık fosiller halinde karalarda da görülmektedir. Sıcak denizlerde yetişen çok iri yumuşakçaların kabukları, zengin sedef kaynaklarıdır.

Vitray sanatı gün ışığı ile doğan ve yine onun az ve çokluğu ile değişimler kazanan bir ışıklı resim sanatıdır. Vitrayın diğer resim sanatlarından ayrı olan yönü onu diğerlerinden üstün kılan tarafı aynı kalmayışı, ışık değişimleriyle, ya da ışığa etki eden elemanların değişimiyle değişik özellikler kazanmasıdır. Bir ışığın azalıp çoğalması ve bulutların hareketi, hatta vitrayın arkasında bulunan ağaçların dal ve yapraklarının veya başka cisimlerin hareketi cam üzerinde değişik renk ve gölgeler meydana getirir.

Saydamlığı ve işlenebilirliği ile cam hayatın her alanında önemini koruyor. Günlük kullanımda da geniş imkânlar sunan cam, aynı zamanda birçok sanata malzeme olmuş. Bu sanatlardan biri de Vitray; yani Cam Süsleme Sanatı… Farklı büyüklük ve biçemlerdeki camların çeşitli birleştirici unsurlarla bir araya getirilmesiyle kompozisyonların oluşturulması olarak değerlendirebileceğimiz Vitray’ın tarihi antik döneme kadar uzanıyor. Köklü bir geçmişe sahip olan vitray geçmişten günümüze paralel olarak yaygınlık kazanmış. Dini yapıların aydınlatmalarında ve pencerelerinde mistik bir hava yaratmak için kullanılan Vitray, artık pencere dışında oldukça zengin bir kullanım alanına sahip. Yüzyıllarca dış mimarinin ve ana yapının bir parçası olarak görülen Vitray, günümüzde iç mimaride ve dekorasyonda oldukça geniş bir kullanıma sahip. Camın olduğu her yerde Vitray var diyebiliriz.

Kimyasal Temizlik : Bezemeli, sanat ve tarihi değeri yüksek, hasara uğramış yüzeylerde bu teknikle temizleme yapılması tercih edilir. Kağıt hamuruna emdirilen kimyasal madde cepheye uygulanır. Belli bir süre bekletildikten sonra, bol suyla yıkanır. Eğer ilk uygulamada istenilen temizlik sağlanamıyorsa yüzeyin korunma durumuna göre, aynı işlem birkaç kez tekrarlanabilir. Kimyasal maddenin yüzeye zarar vermemesi için her uygulamadan sonra yıkama işleminin tekrarlanmasına dikkat edilmelidir.

Mekanik Temizlik : Aşındırıcı kum, cam küresi ya da alüminyum tanelerinin düşük basınçla püskürtülmesiyle yüzeydeki kirlerin uzaklaştırılması sağlanabilir. Aşındırmanın fazla olmaması için düşük basınçla ve özenli çalışılmalıdır. Bu teknikte çalışan kişilerin iyi yetişmiş olmasına dikkat edilmesi gerekir. Bu teknik, bezemesiz, büyük yüzeylerin temizliği için uygundur. Bozulmuş yüzeylere kumlama uygulanması doğru değildir.

Emici Kil ve Kağıt Hamurları Uygulama : Çok kirli, çiçeklenme sorunu olan cephelerde, sepiolite ve attapulgite gibi killerle hazırlanan hamur yüzeye sıvanır, sıvanan tabaka kuruduktan sonra kaldırılır. Gerektiğinde bu işlem tekrar edilerek duvar, içindeki çözünür tuzlardan, yüzeyindeki yağ, mum gibi yabancı maddelerden arındırılabilir. Cephenin çözünebilir tuzlardan arındırılması için deiyonize su ile hazırlanan kağıt hamurundan da yararlanılmaktadır.

Emici Jeller Uygulanması : Düşey yüzeylere uygulanan şeffaf jeller çok zayıf bazik karışımlardır. Fırça ile yüzeye sürülen macun kıvamındaki çözeltinin üstü plastik veya alüminyum folyo ile örtülür; çözücünün buharlaşmasına engel olmak için kenarları sıkıca kapatılır. Belli bir süre sonra üstü açılır, yüzey temizlenir ve deiyonize su ile yıkanarak bazik kimyasal maddelerin uzaklaşması sağlanır. Yıkama güçlüğü nedeniyle bu yöntemi bol gözenekli taşlarda uygulamak pratik değildir.

Suyla Yıkama : Cephelerin yıkanarak temizlenmesi, suda çözünen kirler söz konusu olduğunda başarılı sonuç vermektedir. Ancak cepheye fazla su verilmesi sakıncalıdır. Kılcallıkla (kapilarite) su taşın yüzeyinden içeri doğru hareket etmekte, duvar bünyesi içindeki tuzları harekete geçirerek, iç yüzeyde çiçeklenmelere neden olmaktadır. Bunu önlemek için suyu zerre halinde püskürten özel uçlar kullanılır. Adeta bir bulut gibi yayılarak kirli yüzeyi saran su zerreleri sayesinde çok az su ile geniş yüzeyleri ıslatıp temizlemek mümkün olmaktadır.