NAKKÂŞLIK NEDİR? KİMLERE NAKKÂŞ DENİR?

Nakkâş

Bir mimari eserde cami, türbe, mescid, saray, kasır, köşk, yalı v.b. gibi yapıların kubbelerini, tavanlarını ve iç duvarlarını sıva, ahşap, bez, taş, deri gibi elemanlar üzerine renkli boyalar, kabartma ve bazende altın varak kullanılarak ince uzun kıllı kalem tabir edilen fırçalarla yapılan süsleme sanatına denir. Bu tezyinatı yapan kişiye de kalemkar denir.

Nakkaş, Eski Türk dilinde resim yapan, ressam anlamındadır. Osmanlı döneminde nakış işleyen, desen hazırlayan, minyatür çizen, sanatçılara denilirdi. Nakkaşlar genellikle Saray Nakkaşhanesi’ne bağlı çalışırlardı.

Osmanlı toplumunda kitaplara boyalı resim yapan; ipek, ibrişim, renkli tire ve yünle elişi işleyen ve binalarda yağlıboya ya da suluboya işleri yapan sanatkâr. Kitaplara minekâri resimler yapmak eski Yunanlılar ve Romalılarca bilinmekteyse de en yaygın olduğu devir Orta Çağ’dır. Nakkaşlık, Doğu’da İranlılar tarafından ilerletilmiş ve usta Acem sanatkârları tarafından pek çok nakışlı kitap meydana getirilmiştir. İran nakkaşlarından Şahkulu Nakkaş, Kanunî Sultan Süleyman zamanında İstanbul’a gelerek Sarayı Amire’de bir nakkaşhane (nakışhane) vücuda getirmiştir. Resim yapan nakkaşlar 17. yüzyılda İstanbul’da dört dükkânda 40 nakkaşla bir lonca şeklinde toplanmışlardır. Bu loncanın adı “Esnafı, Nakkaşânı Musavveran” idi. Nakkaş Osman, Nakkaş Veli Can, Nakkaş Hasan, Nakkaş Reis Haydar, Ahmet Nakşi, ünlü nakış ustalarıdır.

Süsleme sanatları milletlerin kültür, sanat anlayışını ve tarzını gösteren unsurların başında yer alır. Asırlar boyu çok geniş bir alana yayılmış olan türk boylarını, uzun yıllar çok farklı inanç ve sanat anlayışına sahip olan toplum ve medeniyetlerle yapmış olduğu ilim ve sanat ilişkileri nedeni ile günümüzde zengin ve benzeri bulunmayan bir kültür hazinesine sahip olmaktayız. Bu hazinenin içersinde yer alan, zirvede olduğu zamanlarda (15-16yy) fevkalade motif ve kompozisyon tasarımları ile bizlere sanat açısından ışık tutarken bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Günümüze orjinalliğini kaybetmeden gelen kalemişi örnekleri az bulunmakta, mevcut olan klasik eserlerimizdeki kalemişleri o dönemin sanat anlayışını, desen ve kompozisyonlrarın karakteristik özelliğini yansıtmaktadır. Bu gibi eserlerin resmi idareler tarafından yapılan bazı restorasyon çalışmalarında mevcut orjinal nakışlar tahrıbata uğramış, buna rağmen bazı eserlerde orjinalliği korunarak onarılmıştır. (Özellikle ahşap üstü kalem işlerine müdahale edilmemiştir.) Osmanlının son dönemi ve batıya yönelme dönemi ile klasik devir etkisini azaltarak yerini batı etkisi ile oluşan uslüp (ampir, barok, rokoko ) kalemişleri uygulanmaya başlamıştır. Bu girişimlerde 15-16yy dan günümüze ulaşan özellikle sıva üstü kalemişi örneklerini azaltmıştır. Bunların sebepleri şöyle açıklanabilir.

1) Saray nakışhanesinde eğitimli olan kalemkarların ürettikleri eserlerin, daha sonra bu eğitim anlayışı ile yetişmeyen kalemkarların başarı oranlarının düşük seviyede olması.

2) 17 yy’da Avrupada başlayan moda akımlarının (ampir, barok) ülkemizde de yer almasıyla başlayan tahribatların klasik eserlerimize verdiği zararlar (özelikle ermeni, rum sanatçılar tarafından.)

3) Cumhuriyet tarihinde Başlayan retorasyonlarda orijinal malzemeye uygun unsurların kullanılmaması ile orijinal tabakanın çürümesi ve yok edilmesine engel olunamamasına.

4) Restorasyon çalışmalarını kalemişi dalında eğitim almadan sadece kişisel beceriksizlik ve zevklerini ön plana alarak eserlerin onarılmasına müsaade edilmesi.

5) Özellikle eğitimsiz insanlarımızın temiz görünmesi amacıyla eski eserlerimizin üzerine yağlı boya sürmek suretiyle bir tarihin yok olmanına sebep olmaları (Sultanahmet camii müezzin mahfili altındaki dolap kapakları temizlenerek orjinalleri ortaya çıkarılmış ancak restorasyonu yapılmamıştır. Eminönü yeni camii müezzin mahfili ahşap üstü kalemişleri boya ile kapatılmış, yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Kılıç Ali paşa camii müezzin bölümünün ahşap tavanı ( kalemişleri ) tamamen dökülerek yok olmaktadır. Renkli resim ve tezyinat yapan sanatkara verilen ad. Ressamlara, minyatürcülere, genellikle duvar resmi yapan ustalara, süsleme sanatkarlarına bu ad verilir. Nakkaş, daha çok kitap resimleri yapan sanatkara sıfat olmuştur. Nakkaş: İpek, ibrişim, renkli tire ve yünlü elişi gibi işlere denildiği için bu işleri yapan sanatkarlara da nakkaş denilirdi.

Osmanlılar’da resim için “nakış” ya da “tasvir” tabirleri kullanılırken minyatür sanatçıları için de ressam anlamında nakkaş ya da musavvir ismi kullanılmıştır. Minyatürler daha çok kitapları resimlemek amacıyla faaliyet gösterdiğinden resimlerin ebatları küçük tutulmuştur. Topkapı Sarayı’nda kurulmuş olan Nakkaşhane’de nakkaşbaşının emrinde çalışan sanatkarlar, kitapların minyatürize edilmesinden, cami ve sarayların boyanıp süslenmesine kadar her türlü süsleme ve bezeme faaliyetlerinde çalışma yapmaktaydılar. Fatih döneminde saray nakkaşhanesinde beş yüz kadar ustanın çalıştığı kaydedilmektedir.

 

Nakkâşlık Sanatı

İran’da ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Kanuni Sultan Süleyman döneminde İran’dan getirilen Nakkaş Şahkulu’na bir atölye tesis edilmiş ve günlük yüz akçe yevmiye ile Arslanhane binasındaki nakkaşhanede sanat icra etmiştir. Aynı dönemde Osmanlı nakkaşhanesinde ünlü tezhib ve minyatür ustaları Kara Memi ve Şaban Usta’da çalışmaktadırlar. Kanuni dönemi başlarında Kıncı Mahmut Usta’da eserleri ile kendini gösteren sanatkarlardandır. Sultan III. Murat dönemi Osmanlı nakkaşlığı klasik devresini yaşamıştır. Bu dönemde Nakkaş Seyyid Lokman Hünername-i Al-i Osman adlı eseri tezyin etmiştir. Bu eser, 16. yüzyıl Osmanlı Tezhip ve minyatür sanatının en güzel örnekleri ile tezyin edilmiştir. Evliya Çelebi, nakkaşlar ile ilgili şu açıklamayı yapmaktadır: “Esnaf-ı nakkaş-ı musavveran dükkan 4, nefer 40, pirleri yoktur. Zira suret yazmak şeriatımızda memnudur (yasaklanmıştır)”. Belki de Evliya Çelebi’nin de satır aralarında anlattığı gibi Osmanlı nakkaşları, eserlerini imzalamaktan çekinerek kimliklerini gizleme yolunu tutmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde yağlı boya ve sulu boya ve bina boyası işleri yapan ustalara da nakkaş denilmiştir. İstanbul’da ve İmparatorluğun diğer şehirlerinde bazı sanatları icra etme yetkisi sadece Müslümanlara verilmiştir. Nakkaşlık’ta bunlardan biridir.ancak 1826- 27 yılında çıkan bir fermanla bu sanatın Osmanlı tebasın olan herkes tarafından icra edilebileceğine dair izin çıkmıştır. Levni, minyatüre getirdiği yeni üslubuyla Türk nakkaşlık sanatında bir dönüm noktası olmuştur. 19. yüzyılın batılılaşma ve yenileşme hareketleri ile birlikte Osmanlılar’da nakkaş eseri minyatürler yerini çağdaş resim sanatına bırakmaya başlamıştır. Bu anlamda Mühendishane ve Harbiye gibi okullara resim dersinin konulması resim sanatının yazma kitapların arasından çıkarak kitlelere mal olmasına ve ressam asker sınıfının doğmasına sebep olmuştur…

Kitap resimleri yapmak Yunanlılar ve Romalılar zamanından beri bilinmekteyse de en çok görüldüğü ve rağbet gördüğü devir Ortaçağdır. Kitap resimleri ya kitabın konusuna göre yapılmakta veya yapılan resme göre kitap yazılmaktaydı. Çok eski tarihlerden kalma bu kitaplar çok kıymetlidir. Bir kitapta bulunan resimler bazen aynı nakkaşın eseri olduğu gibi, birden fazla nakkaşın eseri de olabilirdi. Resimler yapıldıkları devrin ve milletin kültür yapısının öğrenilmesinde çok faydalı olduğu gibi, tarih ilmine de yardımcı olur.

Nakkaşlık doğuda İranlılar tarafından ilerletilmiş ve Acem sanatkarları tarafından pek çok eser yapılmıştır. Türklerde nakkaşlık, eskiden beri bilinen bir sanat kolu olup, kökü dokuzuncu yüzyıla kadar iner. Bu yüzyıldan kalma eserlerde Türklerin bu alanda çok ileri gittikleri görülür.

Osmanlı Devrinde görülen kitap resimlerinde (minyatürlerde) daha çok manzara, mimari (kale, saray, ev gibi) cansız varlıklar ve tabiat manzaraları nakşedilmiştir. Bunlar da, ordu ile beraber savaşa katılan nakkaşlar tarafından, ordunun geçtiği, konakladığı ve savaştığı yerler olarak resmedilmiştir. Nakkaşlar, eserlerini sadece kitaplara yapmakla kalmayıp, sarayların, konakların ve bazı evlerin çeşitli yerlerine resmetmişlerdir. İlk örneklerini Topkapı Sarayının bazı bölümlerinde ve duvarlarda gördüğümüz bu tip duvar resimleri, daha sonra evlere, konaklara da yapılmıştır. İstanbul’da yaygın olan duvar resimleri bazı Anadolu şehirlerinde de görülür. Bunlarda, genellikle İstanbul hasretinin dile geldiği İstanbul manzaraları vardır ve çoğu, İstanbul’dan giden nakkaşlar tarafından yapılmıştır. Fatih ile Kanuni devri arasında nakkaşlıkta bir gelişme oldu. Nakkaşlar, Kanuni devrinde en güzel eserlerini verdiler. İran nakkaşlarından Şah Kulu Nakkaş, bu devirde İstanbul’a getirtilerek sarayda müstakil bir nakışhane kurdu. Bu nakış’hanede yeni eserler yapıldığı gibi nakkaşlar da yetiştiriliyordu. Osmanlının yetiştirdiği; Sinan Bey, Baba Nakkaş, Kara Memi, Nakkaş Osman, Matrakçı Nasuh, Seyyid Lokman, Levni gibi nakkaşlar eserleriyle kendilerinden bahsettirirler.

Osmanlı devrinde nakkaşlar da, diğer sanatkarlar gibi esnaf teşkilatına bağlı idiler. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte fotoğrafçılıktaki ve baskı şekillerindeki gelişme sebebiyle değerini kaybeden nakkaşlık günümüzde çok az sanatçı tarafından yapılabilmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Canlı Destek