HAT SANATI NEDİR ?

Hat Sanatı

Hat kelime manası olarak, yazı ve çizgi manalarını taşımaktadır. Biraz daha ayrıntılı açıklayacak olursak: Belirlenmiş olan estetik kurallara bağlı kalarak yazı yazma sanatı olarak ta açıklanabilir. Hat kelimesinin yanına sanatta eklenince yani Hat Sanatı denilince de Güzel Yazı anlamına gelmektedir. Bir nevi görsel sanat türü olarak ta tanımlayabiliriz. Hat Sanatının asıl ismi ya da ilk isminin Hüsn-i Hatt olduğunu da söyleyebiliriz. Batı kültüründe bizim Hat Sanatının karşılığı da kaligrafi olarak adlandırılmaktadır. Batı kültürü kaligrafiye bizim kadar yani İslam Toplumu kadar önem vermemektedir. İslam Topluluğunda nüfusun tamamı tarafından beğeni ile takip edilen Hat Sanatı, bu sanatı icra eden veya etmeyen herkes tarafından büyük ilgi ile izlenmektedir. Hat Sanatını gerçekleştiren ustalar eserlerinde ruhlarının yansımasını resmederler. İçlerinden gelen güzellikleri, duyguları, düşünceleri kalem ile kâğıtta bir araya getirirler. Abbasiler zamanında, Bağdatlı olan vezir ve hattat olan İbn Mukle’nin emekleri ve bu yazı türüne kattığı yenilikler ile yazının ana hatlarını yani ölçülerini belirleyici sistem geliştirmiş ve bu sanatın gelişmesinde önemli rol üstlenmiştir. Bu dönemde Hat Sanatı, Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhanî, Tevki ve Rika adı altında çeşitlenmiştir. Bu yazı türlerinin hepsine, Aklam-ı Sitte adı verilmiştir. Bu yazı çeşidi 100 yıl sonra Arap asıllı Hatta ustası Ali Bin Hilan’ın katkılarıyla daha da gelişti ve yayıldı. Abbasiler zamanında gelişmeye devam eden Hat Sanatı, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesindeki yerini alması ile daha da fazla gelişme göstermeye başlamıştır. Osmanlı ve İranlı Hattat ustaları her geçen gün bu sanatı geliştirmeye ve daha da geniş kitlelere yaymaya başladılar. Osmanlılar zamanında Hat Sanatı en parlak dönemini Şeyh Hamdullah zamanında ulaşmıştırlar. Aklam-ı Sitteye inanılmaz derece de güzellik ve olgunluk katmış ve bu sanat türünü halk arasında da yaymaya çalışıp bunu da başardığı için süratle yayıldı ve çok geniş kitlelere hitap etmeye başladı. Şeyh Hamdullah’tan sonra sırasıyla 1650 yıllarında Hafız Osman kendine has üslubuyla Hat Sanatına ayrı bir güzellik katmıştır. 1800 yıllarında İsmail Zühdü ve kardeşi Mustafa Rakım kendi stillerini ve yazı türlerini oluşturarak Hattatlığa yeni bir boyut kazandırdılar. Daha sonra bu sanatta yetişen bir diğer üstat ta Sami Efendi’’dir. Tarih boyunca bu sanatı ilerleten ve yenilikler katan diğer büyük hattatlarda bazıları da Ahmet Karahisari, Mahmut Celalettin Efendi, Yesarizade Mustafa İzzet Efendi olarak sayılabilir. İstanbul tarih boyunca hat sanatının en önemli merkezi konumu olarak yerini almıştır. Hatta İstanbul ve Hat Sanatı için çok güzel bir cümle kullanılmaktadır bu cümleyi sizlerle de paylaşmak istiyorum ‘‘Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” Hat Sanatı ve tarihi hakkında vermiş olduğum bilgilerden sonra Hat sanatın icra edilirken kullanılan malzemelerden bahsetmek istiyorum. Yazı takımı, kalemler, kalem traşlar, aherli kâğıt, mürekkep, maktalar, likaa, hokka-kalemdan-divit, mühre, hokka takımı, makas ve son olarak ta, ucu açılmış celi kalem şeklinde sıralayabiliriz. Çok uzun yıllar önce kullanılmaya başlayan bu yazı sanatı günümüzde de insanların ilgi ve alakasını çekmeye devam etmektedir. İnsanların bu sanata türüne ilgisi birçok resmi ve özel kurum tarafından, kurslar açılmasını sağlamıştır.

XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yapılan kazıların ve bulunan malzemenin bolluğu neticesinde elde edilen son verilere göre, Arap yazısının menşei Âramî asıllı Nabatî yazısına dayanmaktadır. Arap asıllı olan Nabatî kavmi M.Ö. IV. asra kadar çöllerde dolaştıktan sonra nihayet Filistin’in güneyinde yerleşti ve Petra şehrini kendilerine merkez yaptı. Yazıları ve dilleri Aramî asıllı olan Nabatîler’in merkezi, kuzey ve güneye giden yolların ortasında bulunuyordu. M.Ö. 85 – M.S. 62 arasında Şam’a ve Kızıldeniz’e kadar genişleyen bu kavmin başşehri Petra, Romalılar tarafından ele geçirilince topraklarının bir kısmı ellerinden çıktı. Bugün bize kalan bina harabeleri ile taşlar üzerine yazılan kitabelerden, ileri bir medeniyete sahip oldukları anlaşılan Nabatîler’in M.Ö. VI. yüzyıla ait kitabelerindeki yazıların Hz. Peygamber’in doğumundan önceki devreye ait Arapça kitabelerdeki yazılara yakın oluşu, Arap yazısının Nabatî yazısından meydana geldiğini göstermektedir. Kısaca, pek yavaş bir surette gelişen Nabatî yazısının sadeleşmesi, ancak VI. yüzyıl içinde vukû bulmuş; Araplar da bu sadeleşmiş harfleri alarak kullanmaya başlamışlar ve zamanla geliştirmişlerdir.
Nabatî kitabelerindeki yazılar, dikkatle tetkik edilince bunlarda Arap yazısının iptidai şekillerinin mevcut olduğu ve harflerinin hem köşeli, hem yuvarlak bir karaktere sahip bulunduğu ve Arap yazısı istikametinde geliştiği görülür.
Şüphe yoktur ki, İslam’ın gelişi Arap yazısının inkişafında büyük rol oynamıştır. Kur’an-ı Kerim, okuyup yazmaya büyük önem verir. Nitekim Allah’ın insanlığa ilk hitabı “oku” emridir. Bunun gibi yazı vasıtası olan kalem de okumak gibi üstün görülmüş ve methedilmiştir. Allah Kur’an’da Alak Suresi’nin [96] 1-5 ayetlerinde şöyle buyuruyor: “Yaratan Allah’ın adıyla oku. O insanı kan pıhtısından yarattı. Kalemle yazmayı öğreten; insana bilmediğini öğreten, keremi erişilmez mertebede olan Allah’ın adıyla oku.” Hakikaten de Allah’ın birliği inancını yayacak olan en kuvvetli vasıtalardan biri kalemdir. Hz. Peygambere ilk vahyolan bu ayetlerde, insanlığı yükseltmek hususunda kalemin ne derece önemli bir amil olduğuna işaret ediliyor. Yine Kur’an’da Kalem Suresi’nin [68] 1. ayetinde de “Nûn ve’l-kalemi ve mâ yesturûn” yani “Hokka ile kalemi, kalemle yazdıklarını şahit tutarım ki” ifadesi ile hokka ile kalemin önemi belirtiliyor. Müfessirler, Nun’u, şekli dolayısıyla hokka olarak tefsir etmişlerdir. Hokkadan maksat da içindeki mürekkeptir. Kalem ile mürekkep dünyada bilginin yayılmasını temsil etmektedir. Bu iki önemli sure Kur’an’ın güzel yazı yoluyla tespit ve yayılmasında büyük rol oynamıştır. Şüphesiz bir müslüman Allah’ın ve Hz. Peygamber’in sözlerini güzel bir yazı ile yazmak ister. Bir sanatkarın yazıya bu gözle bakması kadar tabii bir şey olamaz.
IV. Halife Ali’nin halifeliğe zamanında gelişme yolunda ilerleyen ve devletin başşehri olan Kufe’ye nispetle Kufî adını alan yazı, Emeviler’in son yıllarında değişmeye yüz tuttu ve harflerin bünyesinde köşelilik kaybolmaya başladı. Abbasiler devrinde muktedir bir vezir ve hattat olan İbn Mukle [273-329 / 886-940], Arap yazısını kurallar içine almaya çalıştı ve adına “Aklam-ı Sitte” denilen altı çeşit yazı meydana çıktı. Bunlar muhakkak, reyhanî, sülüs, nesih, tevkî, rıkâ’dır. Aklam-ı sitte, Arapça bir terim olup, “6 kalem” yani “6 yazı” demektir. Bu altı çeşit yazı, bir asır sonra yine Bağdat’ta yetişen ve İbn Bevvab unvanıyla tanınan Arap hattatı İbn Hilal’in [ö. 423/1032] eliyle biraz daha ileri gitti. Kendisinden kalan bir Kur’an bugün Dublin’de Chester Beatty Kütüphanesi’nde bulunduğu gibi yine onun kaleminden çıkmış olan beş küçük risale de İstanbul’da Ayasofya Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. İbn Bevvab’ın yazıları, bir hattat yazısı olması cihetiyle hat sanatı tarihi bakımından önem taşımaktadır.
Birbirinden küçük farklarla ayrılan bu yazılardan birini bilen ve yazan (mesela sülüs’ü öğrenen ve yazan bir hattat) bir kimse diğerlerini de kolaylıkla yazabilmektedir. Bu yüzden bu altı çeşit yazı aynı paralel çizgide gelişme gösterdiği için her birinin tarihini ve bunlarda isim yapmış olan sanatkarları ayrı ayrı inceleyecek yerde Aklam-ı sitte adı altında anlatmak daha uygundur.

Hat Sanatında Kullanılan Malzemeler

KALEM: Sıcak ülkelerin nehir ve göl kenarlarındaki sazlıklardan alınan kamış, koparıldıgı haliyle kalem olma vasfından uzaktır. Sarımsı renkte olan bu kamışlar kurumaları için sıcaklığı muhafaza eden gübre içine konulur. Burada yavaş yavaş suyunu kaybedip sertlik kazanırlar ve cinsine göre, kırmızımsı, açık kahverengi, koyu kahverengi ve siyah renk alırlar. Kalem açılıp da kullanılmaya başlandıktan sonra, kağıda temas eden ağız kısmı zamanla bozulduğu için yeniden açılması gerekir. Ancak Kur’an-ı Kerim gibi yazılması uzun kitaplarda bunun sakıncası vardır. Kalem yeniden açılırken ağzının genişliği eski ölçüsünde olmazsa büyük bir estetik kusur oluşur. Böyle uzun metinleri ince hat ile yazmak için ağzı kolay aşınmayan Cava kalemi kullanılır. Kamış kalemin ucunun açılması esnasında sol elin içine yatırılarak, orta boşluğu ve cidarı badem biçiminde görünene kadar, yukarıdan aşağıya meyilli olarak yontulur. Kalem dili denilen bu yassı kısmın iki kenarı, kalem ağzının ne kadar genişlikte olması isteniyorsa ona göre yontulur. Kalemin ağız kısmının birkaç santimetre çatlatılarak iki yakaya ayrılmasına kalem şakkı denir. Arada oluşan ve bir hazne vazifesi gören bu çatlağa mürekkep dolar ve yazarken devamlı bir şekilde aşağıya akar. Hat sanatında kullanılan kalemler kullanıldığı yere göre kamış kalem, kargı kalem, tahta kalem ve demir kalem adını alırlar.

KAĞIT: Eskiden üretilen kağıtlar pürtüklü, kalemin rahat hareketine müsait olmadığı ve mürekkebi yaydığı için terbiye edilmeleri gerekiyordu. Genellikle beyaz renkte olan bu ham kağıtlar gözü yorduğundan önce arzu edilen renge boyanır sonra aherlenir (cilalanır) daha sonra da pürüzlerin giderilmesi için mührelenir. Kağıtların boyanmasında bitkilerden faydalanılır. Bitkiler su ile kaynatıldıktan sonra bir tekne içine boşaltılır. Kağıtlar bu tekne içindeki suya batırılarak suyu emmesi sağlanır. Böylece kağıt istenilen rengi alır. Kağıt, boyama işleminden geçirildikten sonra sıra aherleme işlemine tabi tutulur. Aherleme işleminden sonra kağıtlar düzgün, içe hafif kavisli ve eksiz tahta üzerine konulur. Kağıt mührelenme işleminden sonra parlar ve ütülenmişçesine düzelir. Mührelenen kağıtlar üst üste konulur ve ağırlık yardımıyla baskıya alınır. Baskıda bir yıl dinlendirildikten sonra kalemin rahatça hareket edeceği bir hal alır.

MÜREKKEP: Yazı genellikle, is, zamk, su ve daha başka katkı maddelerinin katılmasıyla hazırlanan siyah mürekkeple yazılır. İs mürekkebinde kullanılan is, yakılınca is veren bezir yağı, balmumu, neft yağı, gaz yağı gibi maddelerden elde edilir. İs mürekkebinde kullanılan ve is mürekkebini kağıt üzerinde sağlamlaştıran arap zamkıdır. İs mürekkebi zamanla hiçbir şekilde solmadığı için batı usulü mürekkeplere karşı üstünlüğü vardı. Fakat bugünkü kalem sisteminde is mürekkebi kullanışlı değildir.İs mürekkebi aharli kağıda yazıldığı zaman yüzeyde kalır, silinip kazılmaya hatta yalanmaya elverişlidir. Okumuş yazmış kimseler hakkında kullanılan “fazla mürekkep yalamış” sözü de buradan gelmektedir. Hat sanatında siyah mürekkebin yanı sıra çeşitli amaçlarla sarı (zırnık), kırmızı (lal), beyaz (üstübeç) ve altın (zer) renkte mürekkepler de kullanılmıştır.

HOKKA: ‘Küçük kutu’ manasına gelen Arapça bir kelimedir. Yazı yazmak için kamış kalem ve is mürekkebinin kullanıldığı devirlerde kültür hayatımızın en mühim unsurlarından biriydi. Bu kutular içerisine is mürekkebi konulur ve yazı yazarken kalem bu mürekkep içine daldırılarak mürekkep alması sağlanır. Hokka içinde ‘lika’ denilen ham ipek bulunur. Ham ipek hokka içindeki mürekkebi emer. Kalemi bu ham ipeğe dokundurmak suretiyle kalemin yazmaya yetecek kadar mürekkebi alması sağlanılır.

KALEMTIRAŞ: Kalem açmak için kullanılan kalemtıraş, tig denilen kesici kısım, kıymetli malzemeden yapılmış sap ve bu ikisini birbirine bağlayan parazvanadan meydana gelir. Boyu 10-20 cm arasındadır. Kalemtıraş kalem açmanın yanı sıra kağıt kesmede ve yanlış yazılan yerleri kazımakta da kullanılır.

MAKTA: Makta 2-3 cm eni, 10-20 cm boyu olan, 2-3 mm kalınlığında kemik veya fildişi bir plakadır. Bağa ve sedeften yapılanları da vardır. Kalemin şakk ve katt edilmesi makta üzerinde olur. Makta üzerine yapılan yiv, kalemin şakk ve katt edilmesini kolaylaştırır. Mevlevi dervişler; çakı, mil ve kıl testere yardımıyla makta imalini ince bir sanat haline getirmişler ve eserlerini nakış, çiçek, yazı ve Mevlevi Sikkesiyle süslemişlerdir.

YAZI ALTLIĞI: Eski hattatlar yazılarını sedir veya mindere oturduktan sonra sağ dizlerini dikerek yazarlardı. Bakış açısının muhafaza edilmesi ve kağıdın dizde düzgün durabilmesi için kaba kağıtların üst üste tutturulmasıyla hazırlanan altlığa verilen addır.

KALEMDAN: İçerisinde kalemlerin muhafaza edildiği, silindir yahut sandık şeklinde olan sade veya süslü kutulara denir. Bunlardan silindir şeklinde olanına kubur da denir.

RİH (RİK) VE RİHDAN: Mürekkebi kurutmaya yarayan toza ‘rih’ denir. Bu tozun içine konulduğu kaba da ‘rihdan’ denir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Canlı Destek